Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
bahseder. Kütüphanelerde eserin birçok yazma nüshası bulunur ve eski harflerle çok sayıda baskısı yapılmıştır. Dîvân Abdülbâkî Gölpınarlı (Fuzûlî Dîvânı: Ön-söz, Gazeller, Terkipler, Kıt’alar, Rubâîler, Lûgatçe, İndeks, Fihrist, 2. bs, İstanbul 1961), Ali Nihad Tarlan (Fuzulî Divanı: Gazel, Musammat, Mukatta’ ve Ruba’î Kısmı, İstanbul 1950) ve Kenan Akyüz, Sedit Yüksel, Müjgân Cunbur ve Süheyl Beken (Fuzûlî Divanı, Ankara 1948) tarafından yayımlanmıştır.
şiirler bulunur. Kasidelerin başında Hakânî’nin Bahrü’l-ebrâr’ına nazire olarak yazdığı Enisü’l-kalb isimli kasidesi yer alır. Fuzûlî bu kasidesini Kanuni’nin Bağdat’ı fethinden önce yazmış ve İstanbul’a göndermiştir. Kasidenin tıpkıbasım ve tercümesi Cafer Erkılıç tarafından yayımlanmıştır (Enisü’l-Kalb, İstanbul 1944). Farsça şiirleri Türkçe şiirleriyle mana ve mazmun bakımından benzerlik gösterir. Farsça şiirleri de başarılı bir söyleyişe sahiptir. Ancak Türkçe şiirlerinin Farsça şiirlerinden daha başarılı olduğu kabul edilir. Fuzûlî Hz. Ali ve çocuklarını daha çok Farsça divanındaki şiirlerinde övmüştür. Divan Hasibe Mazıoğlu tarafından tıpkıbasım (Fuzûlî, Farsça Divan, Ankara 1962), Ali Nihat Tarlan tarafından ise çeviri olarak yayımlanmıştır (Fuzûlî’nin Farsça Divanı: Tercümesi, İstanbul 1950).
dayanır. Bu iki tip farklı iki dünya görüşünü temsil eder. Zâhid zahirî ilimleri, akıl ve düşünceyi, rind ise batınî ilimlerle gönül zenginliğini savunur. Eserde Fuzûlî bir anlamda kendi düşüncelerini bu iki tip yardımıyla dile getirir. Zâhid şairin düşünce yönünü rind ise duygu yönünü temsil eder. Eserin sonunda her iki tip ortak bir noktada buluşur. Rind dünyaya meyletmekten kaçınarak ibadet etmeye ve zahidin öğütlerini tutmaya başlar. Zahid de riya kirinden arınarak temizlenir. İkisi bir olur, ikilik ortadan kalkar ve vahdet oluşur. Rind ü
Zâhid’in Farsça metni Kemal Edip Kürkçüoğlu (Fuzûlî Rind ü Zâhid, Ankara 1956), tercümesi ise Hüseyin Ayan (Rind ile Zâhid, İstanbul 1993) tarafından neşredilmiştir.
ilişkisini tasavvufî ve alegorik bir şekilde anlatmıştır. Eserde bazı tıbbî ve tasavvufî terimler kişileştirilerek hikâyeye konu edilmiştir. Eserin genel konusu ruhun beden ülkesine yapmış olduğu yolculuktur. Bu yolculuk sonucunda ruh maddeden sıyrılarak âşık olduğu hüsnün aslında kendisi olduğunu anlar ve hüsnü, yani kendisini bulur. Fuzûlî bu hikâyede tasavvufî anlamda insanın nefsini arındırarak fenafillâha ulaşması konusunu işlemiştir. Eser Abdülbâkî Gölpınarlı (Sıhhat ve Maraz Tercümesi, İstanbul 1940) tarafından tercüme edilmiştir.
Doğan, M. N. (2002). Fuzûlî, Leylâ ve Mecnun. İstanbul: YKY.
İsen, M. (1995). "Türk Dünyasında Bir Köprü İsim: Fuzuli". Türk Kültürü, XXXIII(381), 17-21.
Karahan, A. (1996). "Fuzûlî. TDVİA, 13, 239-240.
Mengi, M. (2011). Eski Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: Akçağ Yayınları.
Şahin, E. (2007). Klâsik Türk Edebiyatında Biyografi Literatürü: Fuzûlî. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi / Eski Türk Edebiyatı Tarihi I(9), 507-534.
Şentürk, A. A., & Kartal, A. (2005). Üniversiteler İçin Eski Türk Edebiyatı Tarihi.
İstanbul: Dergâh Yayınları.
Yavuz, K. (2005, Aralık). "Leylâ ve Mecnun Hikâyesinin Edebiyattaki Yeri".
Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 2(4), 57-69.
Tarih: 2020-12-31 16:59:33 Kategori: Edebiyat
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
FUZÛLÎ'NİN ESERLERİ Nedir
FUZÛLÎ'NİN ESERLERİ
Türkçe Divan
Şairlik kudretini gösteren en tanınmış eseridir. Kaside, gazel, musammat, kıta ve rubailerden oluşur. Dîvân’ın başında yer alan mensur önsözde Fuzûlî şiir ve şair hakkındaki görüşlerindenbahseder. Kütüphanelerde eserin birçok yazma nüshası bulunur ve eski harflerle çok sayıda baskısı yapılmıştır. Dîvân Abdülbâkî Gölpınarlı (Fuzûlî Dîvânı: Ön-söz, Gazeller, Terkipler, Kıt’alar, Rubâîler, Lûgatçe, İndeks, Fihrist, 2. bs, İstanbul 1961), Ali Nihad Tarlan (Fuzulî Divanı: Gazel, Musammat, Mukatta’ ve Ruba’î Kısmı, İstanbul 1950) ve Kenan Akyüz, Sedit Yüksel, Müjgân Cunbur ve Süheyl Beken (Fuzûlî Divanı, Ankara 1948) tarafından yayımlanmıştır.
Farsça Divan
Türkçe Dîvân’ından daha hacimlidir. Başında manzum mensur karışık bir dibace (önsöz) bulunur. Farsça Dîvân’da kaside, gazel, terkib-bend, murabba, müseddes, kıta, rubai gibi türlerdeşiirler bulunur. Kasidelerin başında Hakânî’nin Bahrü’l-ebrâr’ına nazire olarak yazdığı Enisü’l-kalb isimli kasidesi yer alır. Fuzûlî bu kasidesini Kanuni’nin Bağdat’ı fethinden önce yazmış ve İstanbul’a göndermiştir. Kasidenin tıpkıbasım ve tercümesi Cafer Erkılıç tarafından yayımlanmıştır (Enisü’l-Kalb, İstanbul 1944). Farsça şiirleri Türkçe şiirleriyle mana ve mazmun bakımından benzerlik gösterir. Farsça şiirleri de başarılı bir söyleyişe sahiptir. Ancak Türkçe şiirlerinin Farsça şiirlerinden daha başarılı olduğu kabul edilir. Fuzûlî Hz. Ali ve çocuklarını daha çok Farsça divanındaki şiirlerinde övmüştür. Divan Hasibe Mazıoğlu tarafından tıpkıbasım (Fuzûlî, Farsça Divan, Ankara 1962), Ali Nihat Tarlan tarafından ise çeviri olarak yayımlanmıştır (Fuzûlî’nin Farsça Divanı: Tercümesi, İstanbul 1950).
Arapça Dîvân
Fuzûlî’nin bugün elimizde Arapça 11 kasidesi ile bir kıtası bulunmaktadır. Bunlar araştırmacıların belirttiğine göre şu ana kadar ele geçmemiş olan Arapça divandan parçalardır. Bu şiirlerin varlığını ilk kez Berthels 1930 yılında ilim âlemine duyurmuştur. Arapça şiirlerin çevirileri ise Hamid Araslı tarafından Bakü’de 1058 yılında yayımlanmıştır.Leylâ vü Mecnûn
Leylâ ve Mecnûn ilk kez Arap edebiyatında sözlü olarak ortaya çıkan bir halk hikâyesidir. 12. Yüzyılda Genceli Nizâmî tarafından mesnevi nazım şekliyle kaleme alınmış ve sonraki yüzyıllarda İranlı ve Türk birçok şair Leyla ve Mecnun mesnevisi yazmıştır. Bu mesneviler arasında en beğenileni ve edebî bakımdan en üstün kabul edileni Fuzûlî’ye aittir. Türkiye ve dünya kütüphanelerinde pek çok yazma nüshası bulunan eser aynı zamanda en çok baskısı yapılan mesnevi durumundadır. Fuzûlî’ye asıl şöhretini bu eser sağlamıştır. Eser 1535 tarihinde Bağdat ve Halep Beylerbeyi Üveys Paşa’ya sunulmuştur. Leylâ ve Mecnun mesnevisi manzum-mensur karışık bir dibace ilebaşlar. Beşeri aşk yoluyla ilahi aşka ulaşmanın sembollerle anlatıldığı eserde vahdet-i vücut anlayışı hâkimdir. Eserde mecazî anlamda Leyla ile Allah’ın sıfatları, Mecnun ile ilahi aşk yolunda ilerleyip hakikate ermek isteyen insan kastedilmiştir. Tasavvufî yönü ağır basan eserde beşeri aşkın canlı tezahürlerinin arasına ilahi aşkın coşkun duyguları ustalıkla yerleştirilmiştir (Doğan, 2002: 15). Eserde yer yer Leylâ ve Mecnûn dilinden söylenmiş gazeller de bulunmaktadır. Leylâ vü Mecnun Necmettin Halil Onan (Fuzûlî, Leylâ ile Mecnûn, İstanbul 1956), Hüseyin Ayan (Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, İstanbul 1981) ve Muhammet Nur Doğan (Fuzûlî, Leylâ ve Mecnûn İstanbul 2002) tarafından neşredilmiştir.Beng ü Bâde
Beng (afyon) ile bâde (şarap) nin karşılaştırılarak şarabın üstün tutulduğu sembolik bir eserdir. Mesnevi nazım şekliyle yazılmış ve Safevî hükümdarı Şah İsmail’e sunulmuştur. Eserdeki bâde ile sembolik olarak Şah İsmail’in, beng ile Osmanlı sultanı II. Bayezid’in kastedildiği söylenir. Böylece Fuzûlî’nin şarabı üstün tutmakla Şah İsmail’i II. Bayezid’e üstün tuttuğu belirtilir. Bunun dışında kimi araştırmacılar şarap ve afyonun tasavvufî semboller olduğunu kimi ise gerçek anlamlarında kullanıldığını ileri sürmüştür. Eser Kemal Edip Kürkçüoğlu (Beng ü Bâde, İstanbul 1955) tarafından yayımlanmıştır.Hadîkatü’s-süedâ
Fuzûlî’nin maktel türünde yazmış olduğu bir eseridir. Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi olayını anlatır. Mensur bir eserdir, fakat aralarda manzum parçalar da görülür. Eser Hüseyin Vâiz Kâşifî’nin Ravzatü’ş-şühedâ’sı örnek alınarak yazılmıştır. Yazma eser kütüphanelerinde çok sayıda nüshası olan ve birçok baskısı yapılan Hadîkatü’s-süedâ Şeyma Güngör (Fuzûlî, Hadîkatü’s-Sü’edâ, Ankara 1987) tarafından tenkitli metin olarak neşredilmiştir.Türkçe Mektuplar
Fuzûlî’nin çeşitli devlet adamlarına yazdığı beş mektubu bulunmaktadır. Bunlardan en meşhuru Kanûnî’nin nişancısı Celâl-zâde Mustafa Çelebi’ye yazmış olduğu Şikâyet-nâme adıyla bilinen mektuptur. Şair bu mektupta kendisine padişah tarafından verilmesi emredilen dokuz akçeyi alamadığını bildirmiştir. Bu mektubu Nişancı Celâl-zâde Mustafa Çelebi’ye göndermesi bu ferman yazısını onun kaleme almış olması sebebiyledir. Fuzûlî’nin mektupları Abdülkadir Karahan (Fuzûlî’nin Mektupları, İstanbul 1948) tarafından yayımlanmıştır.Rind ü Zâhid
İçinde manzum parçaların bulunduğu Farsça mensur bir eserdir. Eser zahid tipiyle canlandırılan bir baba ile rind tipiyle canlandırılan bir oğul arasında geçen konuşma ve tartışmayadayanır. Bu iki tip farklı iki dünya görüşünü temsil eder. Zâhid zahirî ilimleri, akıl ve düşünceyi, rind ise batınî ilimlerle gönül zenginliğini savunur. Eserde Fuzûlî bir anlamda kendi düşüncelerini bu iki tip yardımıyla dile getirir. Zâhid şairin düşünce yönünü rind ise duygu yönünü temsil eder. Eserin sonunda her iki tip ortak bir noktada buluşur. Rind dünyaya meyletmekten kaçınarak ibadet etmeye ve zahidin öğütlerini tutmaya başlar. Zahid de riya kirinden arınarak temizlenir. İkisi bir olur, ikilik ortadan kalkar ve vahdet oluşur. Rind ü
Zâhid’in Farsça metni Kemal Edip Kürkçüoğlu (Fuzûlî Rind ü Zâhid, Ankara 1956), tercümesi ise Hüseyin Ayan (Rind ile Zâhid, İstanbul 1993) tarafından neşredilmiştir.
Sıhhat ü Maraz
Eserin ismi Rûh-nâme ve Hüsn ü Aşk olarak da geçer. Tıbba dair bir eserdir. Farsça yazılmıştır. Fuzûlî bu eserinde insan bedenini o dönem tıbbına göre açıklamış, bir yandan ruh ve bedenilişkisini tasavvufî ve alegorik bir şekilde anlatmıştır. Eserde bazı tıbbî ve tasavvufî terimler kişileştirilerek hikâyeye konu edilmiştir. Eserin genel konusu ruhun beden ülkesine yapmış olduğu yolculuktur. Bu yolculuk sonucunda ruh maddeden sıyrılarak âşık olduğu hüsnün aslında kendisi olduğunu anlar ve hüsnü, yani kendisini bulur. Fuzûlî bu hikâyede tasavvufî anlamda insanın nefsini arındırarak fenafillâha ulaşması konusunu işlemiştir. Eser Abdülbâkî Gölpınarlı (Sıhhat ve Maraz Tercümesi, İstanbul 1940) tarafından tercüme edilmiştir.
Bunların dışında
Fuzûlî’nin Tercüme-i Hadîs-i Erba’în, Sohbetü’l Esmâr, Sâkînâme, Muammâ Risâlesi ve Matla’u’l-İ’tikâd adlı eserleri de bulunmaktadır. Tercüme-i Hadîs-i Erba’în Molla Câmî’nin aynı isimdeki eserinden manzum bir kırk hadis tercümesidir. Sohbetü’l-Esmâr meyvelerin konuşturulmasına dayalı öğüt verici tarzda yazılmış bir mesnevidir. Bazı araştırmacılar bu eserin Fuzûlî’ye ait olmadığı görüşünü savunurlar. Sâkînâme, şarapla ilgili unsurların ve bir işret meclisinin sembolik bir şekilde anlatıldığı Farsça tasavvufi bir mesnevidir. Muammâ Risâlesi’nde şairin muammaları yer almaktadır. Farsça bir eserdir. Matla’u’l-İ’tikâd ise kelama dair yazmış olduğu mensur Arapça bir eseridir.Kaynakça
Akyüz, K., Beken, S., Yüksel, S., & Cunbur, M. (1990). Fuzûlî Divanı. Ankara: Akçağ Yayınları.Doğan, M. N. (2002). Fuzûlî, Leylâ ve Mecnun. İstanbul: YKY.
İsen, M. (1995). "Türk Dünyasında Bir Köprü İsim: Fuzuli". Türk Kültürü, XXXIII(381), 17-21.
Karahan, A. (1996). "Fuzûlî. TDVİA, 13, 239-240.
Mengi, M. (2011). Eski Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: Akçağ Yayınları.
Şahin, E. (2007). Klâsik Türk Edebiyatında Biyografi Literatürü: Fuzûlî. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi / Eski Türk Edebiyatı Tarihi I(9), 507-534.
Şentürk, A. A., & Kartal, A. (2005). Üniversiteler İçin Eski Türk Edebiyatı Tarihi.
İstanbul: Dergâh Yayınları.
Yavuz, K. (2005, Aralık). "Leylâ ve Mecnun Hikâyesinin Edebiyattaki Yeri".
Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 2(4), 57-69.
Tarih: 2020-12-31 16:59:33 Kategori: Edebiyat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx